Dünya Savaşı’nın başlangıç noktası olarak 1939’u göstermek kolaydır, ama savaş çok daha önce, Versay’ın imzalandığı günün mürekkebi kurumadan başlamıştı. 1919’da Almanya’nın dizlerinin üzerine çöktürülmesi, bir ulusu öfke, intikam ve aşağılanmanın karanlığında kıvranır hale getirmişti. Avrupa, Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıntıları üzerinde “barış” dediği ama barut fıçısına benzeyen kırılgan bir düzen kurmuştu. Bu düzen, milliyetçilik, emperyalizm ve ekonomik çöküşlerle içten içe çürüyordu.
1929 Buhranı dünyayı bir sarsıntıdan diğerine savurdu. Almanya’da fabrikalar kapandı, halk açlığa düşerken Hitler gibi bir adamın ataletten doğan öfkeyi manipüle etmesi işten bile değildi. Aynı dönemde Sovyetler Birliği kendi devrimci ideolojisini yaymak için dünyayı zorlayan bir güç haline gelmiş, Japonya Çin’i ve Pasifik’i hedefleyen bir imparatorluk rüyasına kapılmıştı. İtalya’da Mussolini’nin faşizmi eski Roma ihtişamını geri getireceğini vaat ediyordu. Kısacası, dünya devletleri şovalyeymiş gibi görünüp aslında birbirinin ensesinde bekleyen bıçaklı kabadayılar gibiydi.
Hitler 1933’te iktidara geçer geçmez Almanya’yı savaş makinesine dönüştürmeye başladı. Versay’ın yasakladığı her şey geri getirildi; gizli fabrikalar, uçak üretim tesisleri, tank orduları, gençlik kampları, propaganda aygıtları… Almanya sadece silahlanmadı, aynı zamanda psikolojik bir yeniden doğum yaşadı. “Kaybedilmiş bir imparatorluğu yeniden diriltme” düşüncesi, milyonlarca insanın ruhunu sardı.
Hitler’in ilk hamlesi Ren Bölgesi’ni işgaliydi ve İngiltere ile Fransa tedirgin bir sessizlikle bunu izlemekle yetindi. Ardından Avusturya’yı tek kurşun atmadan ilhak etti. 1938’de Münih’te yapılan toplantıyla Hitler’e “Südet bölgesi” hediye edilmiş gibi verildi. Chamberlain, İngiltere’ye dönerken “barışı kurtardık” diyordu ama o barış, aslında bir celladın kılıcını bileylediği sessizliğin ta kendisiydi.
1939’da Hitler ve Stalin’in imzaladığı Saldırmazlık Paktı ise dünya diplomasisinin gurur kırıcı bir skandalıydı. İki düşman ideolojinin ortaklaşması, Avrupa’yı resmen savaşa kilitledi. Almanya ile Sovyetler Polonya’yı gizli protokolle bölüşmüş, kader çizgisini çoktan çizmişti.
1 Eylül 1939 sabahı Alman tankları Polonya sınırını geçtiğinde dünya saatinin tik takları değişti. Blitzkrieg yani “yıldırım savaşı” taktiği, tarihte görülmemiş bir hızla ilerledi; tanklar, uçaklar ve motorize birlikler adeta bir fırtınanın önüne katılmış gibi Polonya’yı ezdi. İngiltere ve Fransa Almanya’ya savaş ilan etti ama bu ilan, gerçekte hiçbir şey ifade etmiyordu. Avrupa’nın önde gelen güçleri, savaşın başladığını kabul ediyor ama harekete geçmeye cesaret edemiyordu.
1940 yılı savaşın kaderinin Almanya lehine döndüğü bir kasırgaya dönüştü. Norveç ve Danimarka birkaç günde düştü. Hollanda, Belçika ve Lüksemburg neredeyse “var olmuş kadar hızlı” işgal edildi. Ardından Avrupa’nın kalbi olan Fransa sadece altı haftada çöktü. Paris’in düştüğü o gün, Almanya’nın askeri zaferi Avrupa’yı tam anlamıyla sarstı. Hitler Eyfel Kulesi önünde zafer turu atarken, İngiltere için umut neredeyse tamamen sönmüştü.
Hitler’in Avrupa üzerindeki terörü İngiltere semalarına taşındı. Alman hava kuvvetleri Luftwaffe, İngiliz şehirlerini, limanlarını, fabrikalarını bombalamaya başladı. Ama İngiltere pes etmedi. Radar teknolojisinin etkin kullanımı, pilotların cesareti ve Almanların stratejik hataları bu savaşı İngiltere lehine çevirdi. Hitler, tarihte ilk kez istediğini alamadı. Bu başarısızlık, savaşın akışını değiştiren ilk büyük çatlak oldu.
22 Haziran 1941’de Hitler hayatının en büyük hatasını yaptı: Sovyetler Birliği’ne saldırdı. Bu saldırı, tarihin en büyük kara gücü hareketiydi. Sovyet toprakları, Alman ordusu tarafından adeta biçilirken Moskova’nın kapılarına kadar ulaşıldı. Ancak devasa coğrafya, çamur ve soğuk, Hitler’in ordusunu bir taş değirmende öğütür gibi tüketti. Stalin’in “bir adım geri yok” emri ve Sovyet halkının direnme gücü Alman ordularını durdurdu. Bu, Avrupa’nın kaderinin tersine döndüğü an oldu.
Japonya 7 Aralık 1941 sabahı Pearl Harbor'a saldırarak ABD’yi resmen savaşın içine çekti. Bu hamle, tarihsel olarak Japonya’nın en büyük yanlış hesaplamasıydı. ABD’nin devasa üretim gücü, savaş ekonomisi ve nüfus avantajı, Müttefikleri güçlendirdi ve savaşın gidişatını tamamen değiştirdi. Almanya artık iki dev gücün arasında ezilmeye mahkumdu.
1942–43 yılları arasında yaşanan Stalingrad Muharebesi, modern savaş tarihinin dönüm noktasıydı. Alman 6. Ordusu, şehrin beton duvarlarına sıkışıp kaldı. Sokak sokak, bina bina süren çarpışmalar, insanlığın ne kadar acımasız olabileceğini dünyaya tekrar gösterdi. Kışın gelmesiyle Alman ordusu dört bir yandan kuşatıldı ve teslim olmak zorunda kaldı. Bu yenilgi yalnızca askeri sonuçlarıyla değil, Hitler’in “yenilmezlik” mitini paramparça etmesiyle de tarihin akışını değiştirdi.
Stalingrad’ın yarattığı kırılmanın ardından Kuzey Afrika’da Rommel geri püskürtüldü. Savaşın kontrolü artık tamamen Müttefiklerin eline geçmişti. Almanya, Akdeniz’de tutunamaz hale gelirken Müttefikler Avrupa’ya geri dönmek için büyük hazırlıklara başlamıştı.
İşte bu hazırlık, tarihin en büyük askeri operasyonlarından birine dönüşecekti: Normandiya Çıkarması.
6 Haziran 1944 sabahı, Normandy kıyılarında insanlığın gördüğü en büyük deniz çıkarması başlatıldı. On binlerce gemi, yüz binlerce asker, binlerce uçak, tank ve mühimmat, İngiltere kıyılarından yola çıkmıştı. Hitler, Atlantik Duvarı olarak adlandırdığı savunma hattının aşılmaz olduğunu düşünüyordu. Fakat Müttefiklerin kurduğu dev lojistik ağ ve mükemmel planlama bu hat üzerindeki tüm hesapları bozdu.
Normandiya, sadece bir çıkarma değil, Avrupa’nın yeniden nefes alışının başlangıcıydı. Müttefik askerleri Omaha, Utah, Gold, Juno ve Sword plajlarında kanlarını dökerken, Fransa’nın içlerine doğru ilerleyen ordular Almanya’nın işgali altındaki Avrupa’ya özgürlüğün kapısını yeniden açıyordu. Bu operasyon olmasaydı, savaşın daha yıllarca sürebileceği düşünülüyor.
Normandiya Çıkarması’nın başarısı, Almanya’nın batı cephesini tamamen çökertti ve Hitler’i iki cephede aynı anda ölümcül darbeler almaya zorladı.
Normandiya’dan sonra Müttefik orduları hızla ilerlerken, Sovyet orduları doğudan Almanya’yı sıkıştırıyordu. 1945 baharında Sovyet birlikleri Berlin’e girdi. Hitler yeraltındaki sığınağına kapanmıştı ve dışarıdaki dünyanın sonuna birkaç metre uzaktaydı. 30 Nisan 1945’te intihar etti. Birkaç gün sonra Almanya kayıtsız şartsız teslim oldu.
Pasifik’te ise Japonya hâlâ çılgınca direniyordu. ABD, savaşı sonlandırmak için tarihin en karanlık sayfalarından birini açtı: atom bombası. Hiroşima ve Nagasaki’nin iki korkunç patlaması Japonya’nın teslimiyetini hızlandırdı. 2 Eylül 1945’te Japonya teslim oldu ve insanlık tarihinin en büyük savaş felaketi sona erdi.
Dünya Savaşı sadece devletleri değil, tüm küresel sistemi değiştirdi. Almanya dört parçaya bölündü, Sovyetler Birliği ile ABD dünya liderliğini ikiye paylaştı ve Soğuk Savaş başladı. Birleşmiş Milletler kuruldu, NATO’nun temelleri atıldı, Avrupa Ekonomik Topluluğu fikrinin ilk düşünsel adımları atıldı.
Savaşın ardından sömürge imparatorlukları çökmeye başladı. Afrika ve Asya’daki halklar bağımsızlık mücadelesine girişti. Savaş teknolojileri, sanayi üretimi, nüfus hareketleri ve ulus-devlet kavramı dünya üzerinde yeni bir çağ başlattı.
Bu savaş, insanlığın hem en karanlık yüzünü, hem de yeniden ayağa kalkma gücünü aynı anda gösterdi.
2. Dünya Savaşı bitti ama onun gölgesi dünya üzerinde hâlâ duruyor.